1 Eylül 2014 Pazartesi

RİZE KARADENİZİN İNCİSİ





Rize ‘ye doğru yol almaya devam ediyoruz. Rize ‘nin merkezine gelirken Rize’yi tepeden seyredip oturup Rize çayı içebileceğimiz bir yer buluyoruz. Adını hatırlamıyorum ama botanik bir bahçenin yanında diye tarif edebilirim. Çok huzurlu bir yer. 

Küçük semaverlerde çay da getirebiliyorlar. Ancak çok kalabalık, sanırım yöre halkı da burayı sık sık ziyaret ediyor. Buradan kalkıyoruz. Yol üzerinde küçük küçük dokuma fabrikalarından bir tanesine giriyoruz. Buralara özgü yöresel kumaşların nasıl yapıldığını izliyoruz. Çoğunda satış yerleri de var. Ayder kahverengi tabelasını takip edip sağa doğru ayrılıyoruz. Karnımız çok acıkıyor. Yol üzerinde turist otobüslerinin durduğu bir yere sapıyoruz. Fazla fabrikasyon ancak bize çok kötü gelmiyor. Yöresel ne varsa onu istiyoruz. Turşu kavurmayı ilk defa yiyoruz. Sonra Laz böreğinin bir tatlı olduğunu burada öğreniyoruz. Restoran derenin kenarına kurulu çok hoş bir ortamı var. Gelen turistlere tulum eşliğinde halay çektiriyorlar, pardon horon teptiriyorlar.
Karnımızı da doyurunca doğruca Ayder’e… Ayder’e keşke daha öne gelme şansımız olsaydı. Duyduğumuza göre Ayder eskiden daha güzelmiş. Bize doğallık bırakmamışlar. Uzungölde yaşadığımız sorunları burada da yaşıyoruz. Kalacak yer sıkıntısı var. Bulduğumuz otel kutudan da küçük gecelik 120 lira ödüyoruz. Kahvaltı berbat ötesi… Kamping alanlarında çadır tutalım dedik geceliği 50 TL idi. Ancak onlarda da uyku tulumu değil normal yatak yorgan veriyorlardı. Korktuk gece soğuktan donarız diye.


Biraz da güzelliğinden bahsedeyim. Manzarası çok güzel her yerde şelale var. Suları çok güzel. Alabildiğine her yer yemyeşil… Yürüyerek yolun sonuna kadar gidiyoruz. Harika… ancak her yerde uyarılar var. Ayı çıkabilir diye biz görmedik ama geceleri inebiliyorlarmış.
Sabah kahvaltıdan sonra yaylalara çıkalım dedik. Normal araba ile çıkmak mümkün değil dediler. Küçük minibüsler var. 10 TL verdik. Aşağı ve yukarı Kavrun yaylalarına doğru yola çıktık. Gerçekten normal araba çıkılmazmış. Geçtiğimiz yollarda kafam zıplamaktan kaç kere aracın tavanına çaptı hatırlamıyorum. Üstelik bir ara bir köprüden geçtik bırakın normal arabayı o kocaman minibüs nasıl geçti anlayamıyoruz. Tahtaydı ve sanırım biz geçerken köprünün ucu havaya kalkıyor. Çok korkuyorum. Dereye yuvarlanabilirdik. Ama çokta zevkli geçtiğini itiraf ediyoruz. Yoldan görünen 
manzara harikaydı. Aşağı Kavrun yaylasından geçip yukarı Kavrun yaylasında iniyoruz. Dağın eteklerinin iki yamacına kurulmuş küçük küçük evler. Üzerleri çinko kaplı. Kışın kimse yaşamıyormuş her yer karla kaplanıyormuş. Evler içinde kayboluyormuş. Buradan yukarıda göllerin olduğunu duruyoruz. Başlıyoruz yürümeye. Birkaç km çıkıyoruz. Ancak ben pes ediyorum. Sonradan pişman oluyorum ancak nafile iniyoruz aşağıya. Köyün fotoğraflarını çekip tekrar minibüse binip aşağıya iniyoruz. Ayder’den arabaya atlayıp Zilkale’ye doğru yola çıkıyoruz. Fırtına vadisinde rafting yapma fikri bize hoş gelmiyor. Daha çok yer görme çabası içine giriyoruz. Zilkale’ye gidiyoruz. Yolda konaklar mevkiinde bulunana dağların yamaçlarındaki evlere hayran kalıyoruz. Eski köprülerde fotoğraf çektiriyoruz. Zilkale’ye erişiyoruz. Yolda bir sürü araç park ettiğinden trafik problemini burada da yaşıyoruz.
Zilkale'den sonra Polavit şelalesini görelim diyoruz. Sürüyoruz binek arabayı zorlu yollara. Bir ara artık bu araç gitmez deyip aracı yolun kenarına park ediyoruz. Başlıyoruz yürümeye. O kadar erken bırakmışız ki arabayı bir türlü yolun sonunu getiremiyoruz. Çok yoruluyoruz. Ama şansımız yaver gidiyor. Kara kovan balcılarına rastlıyoruz. Pikap bir araçları olunca arka kısma atlayıp şelaleye kadar onlarla gidiyoruz. Gittiğimize değiyor. Şelale gerçekten harika…
Sonrasında geri dönüş yolu çok uzun gelmiyor. Aracı olduğu yerde sapasağlam bulduğumuz için çok mutlu oluyoruz. Çünkü çok ıssız bir yerde bıraktığınızı sonradan anlıyoruz.
Dönüş yolun da artık bir karalahana çorbası içelim, diyoruz. Tadı nefis. Ben çok beğeniyorum. Oturduğumuz restoranda dizilerde gördüğümüz yerlerden bir tanesi zaten yol kenarında hemen... Şen yuva diye geçiyor… Oradan kalktıktan sonra korktuğumuz başımıza geliyor. Araç pes ediyor bu yollara kötü bir yolda lastikleri nerdeyse patlatıyoruz. Ancak ucuz yırtıyoruz. Sadece şişme yapıyor. Anlaşılan oldukça sert girmişiz çukura. Akşam nerde kalalım diye düşünürken çok güzel bir yer buluyoruz. Konaklar mevkiinde eskiden Taş Mektep olan eski bir okulu otele çevirmişler. Köylüler 
okul kurulurken nasıl destek oldularsa tekrar yeniden yapılmasına da destek olmuşlar, sponsorlar bulup odalarını yaptırmışlar. Çok mutlu oluyoruz. Üstelik Sini Kafe diye bir yer var çok yakınında, orada bir sürü yöresel lezzetten tatma imkanı buluyoruz. Akşam yemekten sonra bizi çağırıyorlar. Bütün köy halkı yolu kapatıp şarkılar söyleyip, horon tepiyorlar. Biz de bir ara onlara katılıyoruz. Çok keyif aldığımız yerlerden bir tanesi oluyor. Yoruluyoruz ,uyku vakti deyip otele dönüyoruz.


Ertesi gün dönüş yolunda çay bahçesinde çalışanları görüyoruz. biz de yapabilir miyiz diye sorunca gelin diyorlar. Başlıyoruz çalışmaya epey çalışıyoruz. Böylece çayda biçmiş oluyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder