30 Ağustos 2014 Cumartesi

TRABZON KARADENİZ TURUNUN DURAĞI



Trabzon Yolcusu Kalmasın…
Karadeniz yolculuğumuzu Trabzon’a doğru devam ettiriyoruz. Trabzon’a doğru yaklaşırken kahverengi tabela kalmasın mantığıyla ilerlediğimizden Çal mağarası tabelasını görüp yol ayrımından içeriye doğru ilerliyoruz. İlerliyoruz ilerliyoruz bir türlü mağarayı göremiyoruz. Önceleri pişman oluyoruz. Yol daracık köy yoluna dönüşüyor. Allah’ım biz nerelere geldik böyle derken mağaranın tabelasını görüp rahatlıyoruz. Oldukça yüksekte bir yerde, yolu asfalt. Mağaraya girince pişmanlığımız geçiyor. İyi ki de gelmişiz diyoruz. Ancak başka bir şeyden pişman olup arabaya geri dönüyoruz. Mağaranın içi çok soğuk. Daha birkaç metre gidince böyle devam edeyeceğimizi anlayıp ceketleri alıp giyiniyoruz. Mağaranın içi bir harika. Epey bir derinliği var. Tahta yol git git bitmiyor. Sarkıtları dikitleri Mermer leşmiş. Dokusu bir harika. Yani gittiğimize değiyor.









Mağaradan çıkıp tekrar yolumuza devam ediyoruz. Sırada Akçaabat. Sıra sıra köfteciler. Her yer köfteci karnınızı acıktırıyorlar. Ancak önce kalacak bir yer ayarlamak için acele ediyoruz.
Kahverengi tabelalar bizi bırakmıyor. Sera gölü tabelasını görüp içeriye doğru sürüyoruz. Manzarası çok güzel. Suyun kenarlarında tesisler var oturup bir şeyler yenilip içilecek yerler. Biz fotoğraflarımızı çekip manzaranın tadını çıkarıyoruz.










Şehir merkezine gelip akşam için bir misafirhaneden yer ayarlıyoruz. Eşyaları bırakıp hemen hazırlanıp dışarıya çıkıyoruz. 



İlk durağımız Ayasofya İstanbul'daki kadar büyük değil tabiki. Burası da müze olarak ziyaretçilere açılmış.
Trabzon’da görmemiz gereken iki müze daha var. Biri Trabzon müzesi, diğeri Atatürk köşkü… Fazla vakit kalmadığı için Atatürk köşkünü tercih ediyoruz. Köşke doğru giderken Trabzon kalesinin yanından geçiyoruz. Bu arada Trabzon’dan tabelalardan da anlarsınız bir sürü eski cami, türbe vs. var. Gezmek isterseniz tabelalar sizi yönlendirecektir. Köşke ulaşıyoruz. Köşk gerçekten de beyaz köşk. Bembeyaz oymalar, süslemeler köşkünün güzelliğine güzellik katıyor. İçeride atamızdan kalma eşyalar sergileniyor. Mutlaka gezilmesi gereken yerlerden bir tanesi… Burada Akçaabat’tan geçeli o kadar uzun zaman oldu yemek yemeyi unuttuk. İyiden iyiye acıkınca ne yiyelim diye değil de tabi ki köfte yiyeceğiz nerede yiyelim diye araştırma yapıyoruz. Ancak köfte yerine pilav yiyoruz. Pilav mı diyebilirsiniz tabi ki de ancak yemeden bence konuşmayın. Daha önce hiç böyle bir pilav yememiştik.   
Kalkanoğlu pilavcısı diye bir yer. Çok meşhur olmasına rağmen çok mütevazı bir yer. Ama içi çok güzel düzenlenmiş. Masalardaki camların altlarına herkes notlar bırakmış. Övgüler övgüler… Bize de soruyorlar  ne yersiniz diye değil neyli yersiniz diye… Öneri istiyoruz kavurmalı diyorlar, alıyoruz. Hani bir tabak dolusu pilav yiyince karnınız şişer ya hiç şişmedi. Tadı derseniz hala damağımda yine olsa yine yerim.
Tabi yorulduk. Havayı da kararttık. Kalacağımız misafirhaneye gidiyoruz. Ertesi güne gezilecek çok yer var. Dinlenme vakti.
Sabah otelde yapılan kahvaltının ardından arabaya atlayıp Maçka’ya doğru yola çıkıyoruz. Hedefimiz Sümela Manastırı. Yollar bir harika her yer yemyeşil orman, ara ara hafif yağmur atıştırıyor. Toprak kokusu doluyor arabanın içine. Camı açıyoruz. Daha fazla gelsin diye. Yol mu kısa sürüyor biz mi fark etmiyoruz. Sümela Manastırı’na erişiyoruz milli park olduğundan girişler ücretli. Sümela ya iki yoldan çıkılabiliyor. Biri yürüyerek oldukça dik yokuşlu bir merdiven, diğeri arabayla… Biz yürümeyi tercih ediyoruz. Ancak oldukça zorlu olduğunu da söylemeliyim. Düşmemeye özen gösteriyoruz. Yerler ıslak olunca kayganlaşıyor. Sonunda ulaşıyoruz. Ancak çok sıra var. Müze kartımız olduğundan beklemiyoruz. Giriyoruz. Bunu buraya nasıl yapmışlar diye düşünmeden edemiyoruz. Ama tahrip çok fazla… Resimlerin gözleri oyulmuş, kazılmış, yazılmış, çizilmiş,… Sümela’yı gezdikten sonra dışarıda bir kafe var. Çay alıp ayaklarımız betona uzatıp dinleniyoruz, huzur. Kalabalığın sesini duymuyoruz. Biraz dinlendikten sonra tekrar geldiğimiz yoldan aşağıya doğru yürüyüp yolumuza devam ediyoruz.
Hamsiköy’ün sütlacı meşhurmuş hemen yiyelim diyoruz. Bir sütlaç geliyor, üzeri fındıktan gözükmüyor isterseniz biraz daha fındık dökebiliyorsunuz.
Tatlımızı da yedikten sonra yol bizi Gümüşhane’ye doğru sürüklüyor. Karaca mağarasını görmeye gidiyoruz. Ancak çok uzakmış. Karaca mağarasının içinde fotoğraf çektirmiyorlar.Ancak çal mağarasının güzelliği bununkinin yanında sönük kalıyor.
Dönme vakti gelince dönüş yolunu farklı bir yerden yapalım diyoruz. Eski Erzurum-Kars yolundan dönüyoruz. Tabi ki amacımız orada duyduğumuz bir lokantada et yemek. Eti kendimiz seçiyoruz. Gözümüzün önünde eti kesip ,doğrayıp, pişirip, sunuyor. Duyduğumuz kadar varmış. Suyundan mı toprağından mı etin tadı harika... Bu arada lokantanın içinde soba yanıyor. Havayı düşünün ağustos ayında .yayla şenliğine yetişemiyoruz ancak şenlikten dönenlerle fotoğraf çektirme şansı yakalıyoruz.
Arabayı sürmeye devam ediyoruz. Bu seferki hedefimiz Uzungöl…Hava kararırken orada olacağız. Yol üzerinde Sürmene’den geçiyoruz. Bıçakları çok ünlü. Uzungöle doğru yaklaştıkça aradığımız bütün oteller bizi geri çeviriyor. Hepsi doluydu. Sonunda boş bir yer buluyoruz, ancak söylemeden edemeyeceğim Uzun gölü çok ta iyi anmayacağım. Kaldığımız yer kümes gibi bir yerdi. Kahvaltı dahil berbat ötesiydi. Arapların buraya gelmesi kaliteyi iyice düşürmüş. Akşam Uzungöl kenarında biraz turluyoruz. Daha sonra ertesi gün için enerji toplamak için uyuyoruz.
Sabah ki berbat kahvaltıdan sonra bisiklet kiralıyoruz. Gölün etrafında bir tur atıp yüksekten gölün fotoğrafını çekiyoruz. Eski fotoğraflardaki gibi çıkmıyor. Çünkü gölün doğallığını bozmuşlar. Her tarafına yol yapmışlar. Kıymetini bilemeyip turizm için yani para için harcamışlar. Böyle ayrılıyoruz Uzungöl’den. Of’a doğru inerken çay fabrikalarından birine uğruyoruz.
 Çay nasıl yapılır. Hangi işlemlerden geçer, hangisi birinci kalite anlatıyorlar. Bir de çay ikram ediyorlar. Çay satış ofisinden bir sürü çay paketi satın alıyoruz ve yolumuza Rize için devam ediyoruz.


































































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder